10 Ekim 2011 Pazartesi
Bir Düş Haritacısı Olarak Philip K. Dick ve Sürrealizm(ön giriş)/Philip K.Dick as a Cartographer of Dreams and Surrealism
Epilog:
Bu haritaya çıkılacak yolculuğun pusulası, 1944 yılında VVV dergisinin ilk sayısındaki ‘Önsöz’de verilmiştir.
1
Sürrealist imgenin köklerini çok daha eskilere götürmek her ne kadar mümkün olsa da, en azından son 150 yılın düşün, kültür, eylem alanındaki etkinliği tartışılmazdır. Özellikle Sürrealizmin bir hareket olarak 1930’lı yıllarda kazandığı ivme ile birlikte sürrealist imge bir çeşit ‘bigbang’ ile tüm modern kültür içine sızmıştır.
Bu noktada Sürrealist hareketin içindeki yaratıcılar haricinde bilinçli ya da bilinçaltı itkilerle Sürrealist ruha ya da tekniklere sahip üretimleri tespit ederek, sürekli genişleyen galaksimizin etki alanını ölçebiliriz.
En azından batı kültür ağacı içinde 1920’lerden önce yaşamış zihinsel bir durum ve üretim olarak Sürrealist ruhta olan şairleri, ressamları, yazarları Sürrealist galaksiye almak ise uzun süre önce tamamlanmış basit bir operasyondu( doğu ise hala yaban). Sürrealizm bir hareket-felsefe-imge olarak yaşarken onun dışında kalmış ya da ondan haberi olmamış yaratıcıları aynı galaksiye almak ise gayet sancılı bir ameliyat.
Fakat her ne kadar zor, meşakatli ve yer yer riskli de olsa bu tip operasyonlara girilmelidir; çünkü ancak bu yolla ameliyat masasının üstüne kendisi bile farkında olmadan yerleşmiş birçok şemsiyenin farkına varılabilir.
2
Chigaco Sürrealist Grup 70’li yıllarda ustaca bir çözümleme ile ‘pulp-horror, scifi’yazarı sayılan Lovecraft’ı alternatif bir mit yaratıcısı, düşçü olarak Sürrealist galaksi içine yerleştirmişlerdi. Kuşkusuz Anglo-saxon bilimkurgu, fantezi geleneği içinde yer almış ve benzer bir operasyona maruz kalması gereken birçok yazar var.
Kendini sadece bir bilimkurgu yazarı olarak görmüş, Sürrealizm ile ilgilenmemiş bir yazarın gerçeküstücü imgesi hakkında yazmak kuşkusuz cüretkar bir girişim. Fakat Amerikalı bilimkurgu yazarı Philip K. Dick’in belli başlı takıntılı kavramlarına baktığımızda Sürrealist galaksiden çokta uzakta olmayan bir gök adada mesken tuttuğu ortaya çıkar: Zaman kırılmaları, düşler, psikanaliz, gerçeklik, mitler, sahte gerçeklik, druglar, önbilicilik, paranoya, arketipler, polis devleti, Gnostizm, faşizm, 68 ruhu, paralel evrenler, şizofreni, romantik gelenek…
Geride 8000 sayfalık Exegesis adı verilen ‘otomatik’ kayıtları bırakmış, delilik ile dahilik arasındaki ince yolda yürümeyi mesken tutmuş bir yazar. Valis ile tıpkı Lovecraft gibi kendi modern mitini yaratmış bir düş haritacısı. Akla ve gerçekliğe karşı, kendini rüyalara yakın hisseden ve sürekli Gerçeği ve özgürlüğü arayan bir yürek.
Kuşkusuz PKD’nin birçok romanındaki bu göndermeleri tek tek incelemek uzun belki de akademik bir çabanın ürünü olacaktır. Bu yüzden pusulamızı Ubik adlı romanına çevirerek, Dick’in düş haritalarına bir giriş yapmaya çalışacağız.
3
PKD’nin akla ve gerçekliğe karşı şüphe, öfke ve nefretinin bir ikizi kuşkusuz Antonin Artaud’dur. Gerçeğe ulaşmak için gerçekliğe karşı paranoid bir kuşku ve sürekli ona karşı savaşmak için içten yanan bir ateş. Toplumun dışına çıkış, uyuşturucular ile yapılan deneyler, ilerleyen akıl hastalığı ve bir iktidar tekniği olarak psikiyatri, modernizm ötesindeki halkların inançlarına-kültürlerine-mitlerine karşı bitmez bir ilgi, sürekli ve uslanmaz bir muhalif tavrı…
PKD.’ye göre gerçeklik sürekli insanı bir makine/köle haline getiren sonsuz sayıdaki sahte evrenden oluşur. Klasik roman geleneğinde öykü ilerledikçe düğüm çözülürken, PKD öykülerinde kaotik yapı ve entropi tamamen kontrol dışındaki noktalara dek ilerler. Kendi ifadesi ile diğer yazarlar mükemmel dünyalar yaratmaya çalışırken, o iki günde çökebilecek evrenler inşa eder. Mutlu son ile bitmiş gözüken yapıtlarına bile sonunda kesif bir umutsuzluk ve şüphe sızar.
Ubik baştan sona karşıtlıklar matematiği üzerine kurulmuştur. Telepatlara karşı durdurucular, Hollis’e karşı Runciter, zamanda kırılma yaratan Pat’e karşı Runciter, gerçekliğe karşı Joe Chip, entropiye karşı ubik, Jory’ye karşı…
Ama PKD’nin yarattığı dualizm Decartes’in klasik akıl ve beden ayrımın ötesindedir. Daha eskilere Platoncu düşüncelere göndermeler yapar. Ve öykünün ilerleyişi düalist yapının akıl-beden, ölüm-yaşam gibi klasik karşıtlıklarını da yeni cepheler açarak parçalar.
Yaşam ve ölüm arasında bir arabölge olarak yarı-yaşam; akıl ve beden ikiliği arasında, 3. bir uğrak ruhun bedensiz alternatif yaşam uzayı olarak yarı-yaşam… Etin çürümeye, aklın algısal yanılgılara, ruhun belirsizliğe sürgün edildiği bir evren.
Gerçekliğin bu kadar değişken ve yıkıma yazgılı olduğu bir hikaye de ne “gerçek zaman” ne de “gerçek dünya” denilen şeylerin gerçekliğine inanç duyabilir. Ubik’in evreni kap karanlık bir kabus evrenidir.
4
“Hiçbir şey. Tamamen hiçliğin sesiydi. Çok tuhaf bir ses”(syf 135)
PKD karakterleri Heidegger’in dünyaya atılmış ruhları gibi kendi varlıklarının sürekli kefaretlerini öderler. Ubik’in asıl kahramanı Joe Chip tüm bu kaosun ortasında kalır ve bir yerden sonra ölü, yaşıyor, yarı-yaşamlı olup olmadıklarının belirsizliğini düşünmekten vazgeçer. Onun asıl öğrenmek istediği yaşadığı kaosun arkasında, mücadele eden iki gücün aslında ne olduğudur. Onları yok eden güç ve onlara yardım eden güç, varlık ya da kişi(ler) kimlerdir, niyetleri nedir?
Dick’nin Gnosis kavramına yönelik ilgisinden yola çıkarak Chip’in hissettiği şeyin archon’lar aeon’lar arasında cereyan eden bir mücadele olduğunu düşünebiliriz. Fakat Ubik’teki durum Gnostik düşüncenin temel kavramlarından farklı bir şekilde ontoloji sorununa bağlanır. Entropinin ve her türlü gerçekliğin sahteliliğinin ele geçirdiği bir dünya da, varlığın konumu ‘hiç’ sözcüğünün çok daha ötesindedir.
Chip bir noktadan yaşadıkları gerçeklikteki zamanın geri gidişleri, sıçrayışları, eriyişlerine farklı bir gözle bakmaya başlar. Yaşadığı gelecekte artık bulunmayan sığır derisi cüzdana ya da 1939 model araca sıcak bir arzu ile yaklaşır. Bu hissi sadece Benjamin’in koleksiyoncu imgesi ile başlatıp daha sonra Sürrealizm üzerine önemli makalesinde devam ettirdiği eskimiş-gözden düşmüş nesnelerin gizlediği enerji formülünü ve ona bağlı olarak deneyime verdiği önceliği akla getirir(sayfa 164-168). Ki bu tema başta Androidler Elektirkli Koyun Düşler mi olmak üzere PKD’nin birçok romanında ortaya çıkar.
Sonuçta Ubik varlık, zaman ve hiç’e dair düşsel ve felsefi bir roman, peki ondaki aklı delen Gerçeküstücü karadelik nedir?
Bu sorunun yanıtı romanın her satırına bulaşmış melankoli de, o karanlık romantizmde ortaya çıkar. Nerden geldiğimiz ve nereye gittiğimize dair o belirsizlikte ve düşlerden başka sığınacak bir gerçeğimiz olmamasında… Karanlık ve korku her yere çöktüğünde mücadele eden, umutsuzluğun kapalılığına rağmen gerçekliğe direnen insanın yaşam hevesinde, Gerçeküstücü büyük reddiyenin kara aynasında…
Bir de tüm o kabus dolu satırlardan akan, ne olduğunu tarif edemeyeceğimiz ama etkisinden de kurtulamayacağımız bir kara-madde var. Aklıma Adorno’nun Sürrealizme Sonradan Bakış metnindeki Sürrealizmin bakışını özetlemek için kullandığı yapıdan fırlayan bir ur olarak evin cumbası metaforu geliyor. Bu açıdan Ubik olağanca ağırlığı ve akıl dışılığı ile dışarıya taşmış dev bir ur olarak büyüyor. Talimatlara uygun kullanıldıkça zararsızdır; taklitlerinden sakının!
Rafet Arslan
Aralık 2010
İzmir-İstanbul
ps: kaynak "S.E.T bülten/Destruction 2011)
*
Epilogue:
A compass for the travel to be taken using this map had been given in the Foreword of the first issue of VVV magazine in 1944.
1
Although it is possible to trace the roots of surrealist image back to much older times, its influence on philosophy, culture and action in at least the past 150 years is undisputable. Especially through the momentum Surrealism gained as a movement in the 1930s, surrealist image made some kind of big bang to find its way into the whole modern culture.
At this point, we can pinpoint the works created with Surrealist spirit or technique consciously or subconsciously by people other than the creators who were part of the Surrealist movement, to measure the sphere of influence of our ever-expanding galaxy. Epilogues
Sorting out the poets, artists and writers who possessed Surrealist spirit as a state of mind and production before the 1920s within at least the Western culture for the galaxy of Surrealism is a simple operation performed a long time ago (the East is still wild, though). Inclusion of creators who did not take place in or who were not aware of Surrealism experienced as a movement–philosophy–image in the same galaxy is, however, a surgical operation painful in the extreme.
However they are difficult, laborious and sometimes risky, such operations must be undertaken because it is the only way to notice that a number of umbrellas have lain down on the surgical table without even knowing it.
2
Chicago Surrealist Group had made a masterful solution in the 1970s by sorting out Lovecraft, who was considered a pulp-horror and sci-fi novelist, as a creator of alternative myths and an imaginer for the galaxy of Surrealism. Without doubt, there are many other writers who were part of the Anglo-Saxon science fiction or fantasy tradition and who should undergo a similar surgical operation.
It is obviously a daring attempt to write about the surrealist image of a writer who considered himself nothing but a science fiction writer and was never interested in Surrealism. But a glance at the basic obsessive notions of the U.S. science fiction writer Philip K. Dick reveals that he had lived in a galaxy not far from that of Surrealism: time-warps, dreams, psychoanalysis, reality, myths, false truth, drugs, prophecy, paranoia, archetypes, police state, Gnosticism, fascism, the Summer of Love, parallel universe, schizophrenia, romantic tradition…
A writer who left a volume of 8,000-page automatic records entitled Exegesis, who took to walking the narrow way between madness and genius. A cartographer of dreams who created his own modern myth with Valis just like Lovecraft. A heart who felt closer to dreams than mind and reality, who always sought the Truth and freedom.
Reviewing these references made in many novels of PKD will obviously need a long and perhaps academic study. Therefore, we will set our compass to his novel Ubik to try to enter the dream maps of Dick.
3
A twin of PKD’s skepticism, rage and hatred of mind and reality is doubtlessly Antonin Artaud. A paranoid suspicion of reality to reach the truth and a slow burning fire to fight it. Leaving the society, experiments conducted using drugs, a progressing mental disease, psychiatry as a technique of power, an endless interest in the beliefs, cultures and myths of the people beyond modernism, an ultimate and incorrigible dissident.
According to PKD reality consists of an indefinite number of fake universes that always turn Man into a machine/slave. As the plot is told in classic novel tradition and the mystery is unfold in PKD’s stories, their chaotic structures and entropy progress up to stages decidedly uncontrolled. In his words, other writers try to create perfect worlds while he builds universes that would collapse in two days. Even his works having a happy end suffer a dense cloud of hopelessness and suspicion creeping in the end.
From the beginning to the end Ubik is plotted on some mathematics of contrasts. Stoppers against psychics, Runciter against Hollis, Runciter against Pat the time bender, Joe Chip against reality, Ubik against entropy, Jory against …
But the dualism created by PKD is beyond Descartes’ classic separation of the mind from the body. It addresses to much older, Platonic ideas. And the progression of the plot shatters such classic oppositions of the dualist structure as mind-body and death-life by building new fronts.
Half-life as a nowhere land between life and death, as an alternative life space for a third visiting disembodied spirit between mind and body. A universe where the flesh is exiled to decay, the mind to suffer misperceptions, the spirit to suffer uncertainties.
In a story where reality is destined to be so variable and to be so prone to demolishment, none of the things called ‘real time’ nor ‘real world’ can be believed to be real. The universe of Ubik is a pitch-black universe of nightmare.
4
“Nothing. The sound of absolute nothing. A very strange sound”. (p.135)
The characters of PKD pay penance for their own beings like Heidegger’s spirits expelled to Earth. Joe Chip, the real protagonist of Ubik, finds himself in the middle of all this chaos and at one point he gives up thinking of the uncertainty of being death, alive or half-alive. What he really wants to learn is what in fact are the two powers who fight behind the chaos he experiences. Who are the powers, beings or persons that destroy them and that help them, and what do they intend?
Using Dick’s interest in the notion of Gnosis as a starting point, we can conclude that what Chip feels is the contest fought between the archons and the eons. However, the situation in Ubik solves to the problem of ontology unlike the basic notions of Gnostic approach. In a world captured by entropy and forgery of all kinds of reality, the position of being is much beyond the word ‘nothing’.
Chip begins to look from a different viewpoint at time’s backward flow, jumps and dissolution in the reality they experience at a given point. He feels a burning desire for a wallet made of calfskin or a 1939 model car no longer existing in the future he experiences. This feeling reminds us of the formula of the energy of aged and discredited objects, which he started with Benjamin’s image as a collector and continued in his important essay on Surrealism, and, consequently, the priority he gave to experience (pages 164 to 168). And this theme reappears in many of PKD’s novels, especially Do Androids Dream of Electric Sheep?
At the end of the day Ubik is an imaginary and philosophical novel on being, time and nothingness, but what is its Surrealistic black hole that pierces the mind?
The answer to this question lies in that melancholy, that dark romanticism which pervades each line of the novel. In uncertainty of where do we come from and where do we go, in that we have no reality to take shelter in but dreams. In Man’s lust for life resisting when darkness and fear pervade everywhere, resisting to reality in spite of the enclosure of hopelessness; in the black mirror of great Surrealistic rejection…
Furthermore, there is a black matter flowing from those nightmarish lines, which we cannot describe but we cannot help to be influenced from either. It reminds me of the metaphor of the bay window of a house as a tumor projecting from a building, as used by Adorno to summarize the Surrealistic view in his book Looking Back on Surrealism. From this point of view, Ubik grows as a huge tumor projecting with all of it weight and irrationality. It is harmless when properly used in accordance with instructions, beware of imitations!
Rafet Arslan
December 2010
Izmir - Istanbul
Translated by: Hüseyin Aşuroğlu
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder